Şenay Gürler: "Tiyatro salonlar yıkılmamalı, aksine yeni salonlar açılmalı"

By Müge Serçek Bİroğlu - 22:12

Tiyatro salonlar yıkılmamalı, aksine yeni salonlar açılmalı


Cumhuriyet Gazetesi - Pazar Dergi - Müge Serçek

‘Avrupa Yakası’ dizisindeki çapkın Fatoş’u bilmeyen yoktur herhalde. Aslında Şenay Gürler’i oyunculuğundan önce sesiyle tanıdık. Birçok filmde, önemli oyuncuları onun sesinden dinledik yıllarca. Sonra reklamlarda duymaya başladık sesini. Hatta aradığımız kişinin cep telefonu kapalı olduğunda, “Aradığınız kişiye ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz” cümlesini bile Şenay Gürlerin sesinden duyuyoruz. İleriki zamanlarda Şenay Gürler’i yönetmen koltuğunda görürseniz sakın şaşırmayın, çünkü üniversitede sinema okumuş. Bu sektöre adımını atarken amacı yönetmen olmakmış, ama üniversite yıllarında İzmir Sanat Tiyatrosunda başladığı oyunculuk serüveni, onu bu günlere kadar getirmiş. Tiyatronun verdiği heyecandan inanılmaz keyif alan Gürler, tiyatronun hiçbir zaman ölmeyeceğini söylüyor. Bu sezon ‘Savaş İkinci Perdede Çıkacak’ oyunuyla sahneye çıkan Güler, bu oyunda 3 farklı karakteri canlandırıyor. Günümüzde sahnelerin yıkılmasına şiddetle karşı çıkan Gürler, “tiyatro salonlar yıkılmamalı, aksine yeni salonlar açılmalı” diyor.


Aslında sizi ilk önce sesinizle tanıdık, seslendirmeye yapmaya nasıl başladınız? Kimleri seslendirdiniz?
Seslendirmeye İzmir’de başladım, öğrenciyken TRT’de bir program sunuyordum, daha sonra da belgesel seslendirmelerine başladım. Uzun süre TRT’de seslendirme yaptım, daha sonra özel bir şirkete geçtim ve orda konulu filmleri seslendirmeye başladım. Bir iki yıl İzmir’de oyalandıktan sonra 1993 yılında İstanbul’a geldim, para kazanmam gerekiyordu. Uzun bir süre seslendirme yaptım, hatta direk rol konuşarak seslendirme yapmaya başladım. Çok güzel filmlerde çok iyi oyuncuları konuştum. Elizabeth Taylor, Julia Roberts, Juliette Binoche, Sharon Stone, Meg Ryan gibi birçok oyuncuyu konuştum. Seslendirme yapmayı çok seviyorum.

Daha sonra oyunculuk yapmaya başladınız, bu geçiş süreci nasıl oldu?
İzmir’de öğrenciyken İzmir Sanat Tiyatrosunda oynuyordum. Hem üniversitede sinema okuyor, hem de tiyatro yapıyordum. İstanbul’a geldiğimde küçük küçük rollerde oynamaya başladım, daha sonra ‘Çılgın Bediş’ dizisinde fizik öğretmenini oynadım ve arkasından birkaç dizide daha rol aldım ve devamı geldi. O zamana kadar rol aldığım dizilerden en çok izlenen dizi ‘Biz Size Âşık Olduk’ dizisi oldu. Ben de çok keyif almıştım. Ardından “Avrupa Yakası” geldi. Bu dizi de çok uzun soluklu ve çok izlenen bir dizi oldu, reytingleri hala çok iyi. Bu arada tiyatroya da devam ediyorum.

Seyirciler sizi tam anlamıyla ‘Avrupa Yakası’ dizisiyle tanındı, Avrupa Yakası hayatınızda neler değiştirdi?
Daha fazla tanındım. Önce Avrupa Yakasındaki ‘Fatoş’ olarak tanıyorlar daha sonra Şenay Gürler olarak tanıyorlar, bu da beni mutlu ediyor. Daha fazla tanınmanın, ‘iş’ anlamında avantajları oluyor. İstemediğim işleri kabul etmeme hakkım doğuyor. Para kazanmak için bazı şeylere eyvallah demek durumda değilim. Güzel roller teklif edilmeye başladı. Parasal açıdan da bir takım rahatlıklar getirdi. Ancak kendi içimde, yaşam tarzımda değişiklik olmadı, yine aynı Şenay Gürler’im.

Peki, Şenay Gürler’in nasıl bir yaşam tarzı var?
Dizinin çekimleri çok yoğun bir şekilde devam ediyor. Bir yandan da tiyatroda oynadığım için çok fazla boş vaktim olmuyor ama çok sade ve sakin bir yaşam tarzım var. Tabii, dışarı çıkıp eğlenmeyi de çok severim, ama evde olmayı, eski arkadaşlarımla birlikte vakit geçirmekten keyif alıyorum. Çünkü insan hayatına yeni arkadaşları hemen dâhil edemiyor. Bunun dışında film izlerim, kitap okurum, internette vakit geçiririm.

Yolda sizi görenlerden nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Genelde beni beğendiklerini ve sevdiklerini söylüyorlar. Ayrıca zayıf ve güzel olduğumu da söylüyorlar. En çok, “sizi tiyatroda, şu oyunda izlemiştim” diyen olduğunda çok mutlu oluyorum. Çünkü televizyon herkesin evinde var bu yüzden tanınmak çok doğal. Ancak tiyatrodan tanınmak daha farklı bir keyif veriyor.

Rol aldığınız ‘Savaş İkinci Perdede Çıkacak’ nasıl bir oyun, burada nasıl bir karakter canlandırıyorsunuz?
“Savaş İkinci Perdede Çıkacak” Oldrich Danek’in yazdığı bir çek oyunu. Oyunumuzun yönetmeni Yücel Ertem. Benim bu oyunda rol almamım en büyük nedenlerinden biri de oyunu Yücel Ertem’im yönetiyor olması. Oyunun müziklerini Çiğdem Erken’e, koreografisi Cihan Yöntem’e ait. Kalabalık bir kadroyuz. İkinci Dünya Savaşı sırasında bir oyuncunun (Bandel), gençliğinden o güne kadar geldiği noktayı anlatıyor. ‘Hayatta, yaptığımız sanat için ne kadar taviz verebiliriz’ gibi bir tartışma yaratıyor. Tiyatro aşkıyla yanıp tutuşan, heyecanlı bir karakter olan Bandel’i hayat şartları zorluyor. Sadece tiyatro yapabilmek için sevgilisinden, arkadaşlarından vazgeçmesi gerekiyor, faşizm döneminde Nazilerle birlikte çalışmak zorunda kalıyor. Sanatını yapabilmek için birçok şeye “evet” diyor. Bu, çok ince bir tartışmayı getiriyor. Tiyatro aşkıyla yanıp tutuşan bir insan, sanatını yapabilmek için birçok şeye katlanıyor, aynı zamanda hayatındaki öncelikleri yüzünden yalnız kalıyor. Ben, bu oyunda birkaç karakter birden oynuyorum; biri hemşire, diğeri Bandel’in sevgilisi Anicka, benim en sevdiğim karakter bu, Bandel’i çok seviyor ancak Bandel, tiyatro için başka bir kadınla birlikte olduğunda çekip gitmek zorunda kalan bir kadın, üstelik bu sırada hamile. Çocuğunu doğuruyor, çok onurlu ve ayakları üzerinde duran bir kadın. Sonunda da inançları uğruna ölümü göze alıyor ve Naziler tarafından öldürülüyor. Bir de genç bir kadın oynuyorum. Bu karakter de hiçbir şey umurunda olmayan, kakara kikiri bir tip.

Aynı oyun içinde 3 farklı karakteri oynamak zor olmuyor mu?
Aslında eğlenceli. Oyunda en zorlandığım yer Anicka, ağlayarak sahneye terk ediyor hemen arkasından çok hızlı bir şekilde genç oyuncu rolüne hazırlanmam gerekiyor. Gözyaşlarım akarken bir yandan onları silip diğer yandan hızlı bir şekilde giyinip beş dakika içinde çok neşeli bir şekilde sahneye genç oyuncu karakterinde çıkmam gerekiyor. Bu duruma alıştım diyebilirim hatta artık eğlenceli gelmeye başladı.

Oyunculuk sizin için ne ifade ediyor?
Oyunculuk nefes almak gibi bir şey bence. Aslında bu tür laflar bana, beylikmiş gibi geliyor. Oynamak, beni çok canlı tutuyor, hayatta var olduğumu hissettiriyor. En doğrusu bu oldu galiba, “var olduğumu hissediyorum.”

Kendi oyunculuğunuzu eleştirdiğiniz oluyor mu?
Olmaz mı? Her zaman kendimi eleştiririm. Kendime çok acımasız yaklaşan biriyim. “Oyunculuğu öğrendim” diye bir şey yok bence, ben her zaman, her oyunda, her rolde acemiyim. Oyunculuk hiç bitmeyecek ve öğrenilemeyecek olan bir şey. Bu da güzel bir şey çünkü herkesten ve her şeyden öğreneceğin birçok oluyor. Herkes birbirinin öğretmeni olabiliyor. Ben karşıdaki bakkala girdiğim zaman, öyle bir durum oluyor ki, bana bir şey öğretiyor. Bence, oyunculukta böyle bir şey. Bir rolü hazırlama aşamasında kendime çok acı çektiririm, yaptığım provalardan memnun olmam, çünkü hep daha fazlası vardır. Hayatta böyle değil mi zaten? Bu yüzden kendimle çok uğraşırım.

Oyuncu olarak kendinize örnek aldığınız kişiler var mı?
Çok beğendiğim insanlar var; Haluk Bilginer, Bülent Emin Yarar, Ahmet Uğurlu, Tilbe Saran, Tomris İncer. Bu kişileri izlerken çok keyif alıyorum ama birebir örnek almak gibi bir şeyim yok. Kendimce bir şeyleri geliştirmeye çalışıyorum.

Sinema, tiyatro, televizyon… Hepsinde sizi görüyoruz, peki, bunlar sizin için ne ifade ediyor?
Televizyonu asla küçümsemiyorum. Çünkü her şeyden önce para kazandığım ve pratiğimi arttırdığım bir yer. Ayrıca insanlara televizyon kumandası kadar yakınız. Bunun çok büyük avantajı var. Bunu dışında bir takım şeyler aynılaşıyor, bazen “oyunculuğumda kirlenme var mı acaba” diye düşündüğüm zamanlar oluyor ama kendimizi korumak bizim elimizde. Televizyonda, ‘Avrupa Yakası’ gibi çok iyi bir projenin içindeyim. Tiyatro da hissettiğim heyecan ise çok farklı, birebir seyirciyle karşı karşıyayız. Canlı performans söz konusu ve en önemlisi hata kabul etmeyen bir yer. Tiyatro, her an sürprizlere açık, adrenalin daha yüksek. Her oyunda insan heyecanlanıyor. Her oyunda değişik bir şeyle karşılaşabiliyoruz. Aynı replikleri söylüyoruz, aynı hareketleri yapıyoruz ama ruh halime göre, karşımdaki oyuncunun ruh haline göre, o akşam gelen seyircinin durumuna göre farklılıklar, sürprizler yaşanabiliyor. Mesela oyunda kullanmamız gereken bir aksesuar kırılıyor ya da başka bir şey oluyor hemen durumu toparlayıcı başka bir şey yapmak zorunda kalıyoruz. Bunlar çok heyecan verici. Sinemaya gelince onu da çok seviyorum, onun büyüsü bambaşka. Benim için ayrı bir yeri var.

Sinema bölümünden mezunsunuz ve aslında hedefiniz yönetmen olmakmış, hala böyle bir isteğiniz var mı?
Tabii ki var. Aslında her şey şöyle başladı, oyuncu olmak istiyordum. Fakat bir takım nedenlerden dolayı tiyatro okuyamadım. Yıllar sonra tekrar oyunculuk aşkıyla tiyatro bölüme yazılmak üzere üniversiteye gittim ancak 1 yaşla kaçırdım. Durum böyle olunca bende kendi kendime “neden sinema okumuyorum” diye düşündüm. Sinema bölümüne girdiğim andan itibaren de “evet ben sinema yapmalıyım ve yönetmen olmalıyım” dedim. Kötü de olsa, kısa metrajlı 3 filmim var. Şimdi o filmleri izlediğimde çok acemi olduğunu görüyorum. İstanbul’a gelirken “yönetmenlik yapacağım” düşüncesiyle geldim. Hatta üniversiteden bir hocam bana “İstanbul’da oyunculuk yap” demişti. Şuan oyunculuk yaptığım için çok mutluyum. Yönetmenlik yapmayı hala çok istiyorum. Ancak buna zaman ayırıp üzerine yoğunlaşmam, bilgilerimi tazelemem gerekiyor. Çünkü bir işe kalkıştıysam, iyi bir şeyler yapmalıyım, uğraşmalıyım, bu iş beni zorlamalı. “Uzun metrajlı film çekeceğim” gibi bir iddiam yok ama kısa metrajlı filmler çekmeyi düşünüyorum. Şimdi fotoğraf eğitimi almaya başladım.

Şuan yönetmenlik yapmaya tam anlamıyla hazırsınız, önünüzde de bir kamera var diyelim, ne üzerine bir film çekersiniz? Filmin senaryosu da size mi ait olurdu?
Senaryoyu kendim yazmak isterim tabii, ama şu sıralar kendimde öyle bir yetenek göremiyorum. Eskiden oturup ciddi ciddi senaryo yazardım. Uzun bir süredir bu konuya eğilmediğim için biraz köreldim galiba. Zekice kurgulanmış polise her zaman dikkatimi çekmiştir. Bunun dışında belgesel yapmayı çok isterim. Herhalde bu belgeselin konusu yüzde doksan dokuz kadınlarla ilgili olurdu. Ya da bilinmeyen bir bölgeyi araştırıp oranın belgeselini çekerdim.

Belgeselinizde, kadınları hangi yönüyle ele alırdınız?
Kadınlar o kadar ciddi sorunlar yaşıyor ki! Tek bir konuda özetlenmesi çok zor. En başta kadınlar, kadın olmalarından kaynaklanan sorunlar yaşıyorlar. Evden dışarı adımınızı attığınız andan itibaren kadın olmanızla ilgili sorunlar başlıyor. Töre ve namus cinayetlerine kadar uzanan bir ucu var. Töre cinayetleriyle ilgili çok fazla laf söyleniyor ama değişen bir şey yok. Her şey lafta kalıyor. Çok derin ve tartışılması gereken şeyler var. En başta aileyle ilgili birtakım şeylerin değişmesi gerekiyor. Ama her şeyin iyiye doğru gideceğini umuyorum. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.

Beğendiğiniz yönetmenler var mı?
Başta Reha Erdem’i çok beğeniyorum. Sinema yapmayı çok seven ve bunu yürekten yapan bir yönetmen. Bir sinema dili var. Kendi sinema dilini oluşturmuş, dünyayla, hayatla ilgili bir şeyler anlatmaya çalışan yönetmenlerin filmini çok beğeniyorum. Zeki Demirkubuz, Çağan Irmak, Yavuz Turgul, Metin Erksan, Lütfü Akad, Nuri Bilge Ceylan beğendiğim yönetmenlerden.

Günümüz Türk sinemasını ve tiyatrosunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok güzel filmler yapıldığı gibi ticari filmler de yapılıyor. Bence her ikisi de gerekli. Ama bir şeyleri anlatma derdi olan yönetmenleri çok beğeniyorum. Dünyayla, hayatla ilgili anlatmak istedikleri konular var ve bunları anlatıyorlar. Yeni gelen birçok genç yönetmen var, hepsi de kendince bir sinema dili oluşturmaya çalışıyor. Bu yüzden sinemanın bu dönemini iyi olarak değerlendiriyorum. Tiyatroya gelecek olursak, tiyatro sorunlar yaşıyor. Televizyonun her eve girmesiyle ve her anımızı işgal etmesiyle birlikte, insanlar biraz daha kolaycı oldular. Daha çok popüler kültürle haşır neşir olup, tiyatroya gitmemeye başladılar. Özel tiyatroların seyirci sorunu var, salon doldurmakta zorlanan tiyatrolar oluyor. Tiyatro yapabilmek için mücadele veriyorlar. Devletten çok az yardım alıyorlar ve zor da olsa ayakta durmaya çalışıyor. Bu konuda devlet daha fazla destek vermeli. Haksız rekabetin olmaması gerekiyor ama maalesef bu gerçekleşiyor. Her şeye rağmen tiyatro yapmak isteyenler mücadelesini veriyor. Devlet tiyatrosu ve şehir tiyatrosunun kendi izleyici kitlesi var. Fakat maalesef günümüzde salonlar yıkılıyor. Salonlar yıkıldığı için oynayacak yer bulamıyoruz ve saçma yerlerde oynayabiliyoruz. Salonlar yıkılmamalı, aksine yeni salonlar açılmalı. İki tane yeni salon açılacağını duydum ve çok mutlu oldum. Tiyatro, birebir insanlarla iç içe yapıldığı için çok etkileyici birşey. Bence, tiyatro hiçbir zaman ölmeyecek. İnsanlar bir dönem ilgilerini çekseler de tekrardan tiyatroya, sinemaya gitmeye başladılar. Tiyatroya, orta yaşlı insanların yanı sıra gençler de geliyor ve coşkuyla alkışlıyorlar.

Yeni projeler var mı?
İstanbul tiyatro festivali için bir oyun hazırlıyoruz. Oyunu, Nihal Koldaş yönetecek. Şu sıralar oyuncu kadrosu belirleniyor. Benim dışımda oyunda İpek Bilgin olacak. Bunun dışında Haziran ayında bir filme başlayabilirim. Senaryosu çok heyecan verici, çok güzel bir şey olacağına inanıyorum.

  • Share:

You Might Also Like

0 yorum